RSS
0

Bir çekememezlik öyküsünün başkahramanı: Hagi




Eksisozlukte Hagi'nin Alex'le karşılaştırıldığı başlıkta yazılanları okuyunca ağzım açık hayretler içinde kalıyorum. Alex'in Hagi'den daha büyük bir oyuncu olduğunu savunanlar herhalde kıçları açık yatıyolar geceleri.

Bu savunmalarda en büyük silahları 3 tane: Hagi çirkefti, Hagi "Hırsızsınız siz" dedi ve Alex'in istatistikleri daha iyi.

Ben en sonuncusundan başlayıp en başa döneceğim. İstatistik olarak Alex çok daha iyi olabilir. Ama şunu unutmamak lazımki Hagi'nin oynadığı 4 sene boyunca attığı goller, yaptığı assitlerin yanında bugün Elano'nun son Gençlerbirliği maçında yaptığı gibi golden bir önceki pası veren adam da Hagi'ydi. O sene Galatasaray'ın attığı gollerin belki tamamında bir yerden etkisi vardı onun. Topu bir kanattan diğerine atıp oradaki boş adamın çizgiye enmesni sağlar onun yaptığı ortada Hakan Şükür indirir geriden gelen Arif, Okan vs. golü atardı. Ya da Türkiye'ye şu ana kadar gelmiş hiçbir futbolcuda olmayan en zor anda sorumluluğu üstüne almak duygusu vardı Hagi'de: O yüzden Bilboa'ya uzatmalarda saçma sapan bir yerden çekip o muhteşem golü atmışt çünkü Hagi'ydi o. Arsenal'le olan finalde de işte bu yüzden kırmızı kartı gördü. Hakan Şükür belki de Hagi'nin affetmeyeceği bir frikiği kendisi kullanmış ve auta atmıştı, buna çıldıran Hagi sinirini arkadan ona giren Adams'dan çıkarttı bir şekilde. Yaptığı hataydı ama bu almak istediği sorumluluğu, o takıma o kupayı kazandırma isteğinin bir parçasıydı sadece. Zaten kimse ona kızmadı,kızamadı zaten. Çünkü o Hagi'ydi. Taraftarı tarafından hiçbir zaman ıslıklanmayan, yuhlanmayan büyük adam. Bu yüzden istatistik acıdan Alex önde gözükebilir ama Hagi istatistiklerin adamı olmadı hiç.



"Hırsızsınız siz" muhabbeti Hagi'yi çekemeyenlerin elindeki en büyük silahlardan biri. Kendine tapan taraftara hırsız dedi çingene işte derler hep. Peki olayın gerçek yüzü açıklanmasına rağmen neden hala bunu görmezden geliyorlar anlamış değilim. Neydi olayın gerçke yüzü Ali Kırca zamanında yazmıştı benden oradan alıyorum olayın gerçek kısmını:
(Otobüs kapısı açılır ve Hagi bağırmaya başlar:)
- Benim telefon, siz?
- Hırsız var!
- Benim telefon aldı.
- Kim aldı.
- HIRSIZ KİM?
(Romence bir şeyler mırıldanır.)
- Hırsız?
(Ve içeri girer...)
Hepsi bu...
Söylediklerinin hepsi bu... Hani nerede, Hagi'nin taraftara "hırsızlar" diye hakaret ettiği...
Hani nerede "hepiniz hırsızsiniz" dediği...
Ya da sadece "hırsızsiniz" dediği... Nerede?

Olayın gerçeği buysa neden hala hırsız dedi diye tutturanlar var anlamıyorum. Ama işin garip tarafı Alex kendilerine hırsız derse bir daha adını ağzına bile almayacak taraftarlar durup Hagi hırsız demesine rağmen bunlar hala bu adama tapıyor diye düşünmüyorlar bile. Hagi gerçekten hırsızsınız siz demiş bile olsa bu taraftar hala ona tapmaya devam eder, Hagi bizi işte öyle büyüledi işte.



Ve sıra geldi çirkefliğe.. En büyük silah bu Hagi düşmanlarının elindeki. Çirkefliğine örnek olarak maçı katleden Erol Ersoy'a tükürmesi ise bu silahın en etkili parçası. Buna laf edenlere sormak lazım sizin içinizde hiç kazanma hırsı yok mu? Hele ki düşünün Türkiye'de tarih yazmış bir takımın en önemli oyuncusunuz, ülkenizde bir efsanesiniz ve kariyerinizin son senesindesiniz. Şampiyon olup bırakmak istemez mi insan? Hele ki Hagi gibi kazanma hırsı son derece fazla olan biri bunun çin yanıp tutuşur, buna engel olmaya kalkacak tetikçiler karşısında kendini tutamaz. Tutamadı da zaten. Ama bunu anlamamazlıktan gelmek çok koaly oluyor. Bence Alex Hagi'nin yanında daha büyük bir çirkeftir. Hemen ne diyorsun sen diye celallenmeyin nedeni de var bunun: Ne zaman ki top cezasahasına yakın bölgede Alex'in ayağına geliyor, şut çekemeyecek bir pozisyondaysa ve yanında rakip varsa kendini anında yere bırakıyor ve takımına serbest vuruş kazandırıyor. Bunun örnekleri de hiçte o kadar az değil. Her maç ,özellikle berabere ve mağlup durumdayken Fenerbahçe, en az 2-3 kere dener Alex bunu. peki bu çirkeflik değilde nedir? Durmadan yanlış karar verip herkesi çıldırtan hakemin üstüne yürümek mi çirkeflik yoksa hakemi aldatmaya çalışmak, rakip takımın hakkını yemek mi çirkeflik? Cevap aslında çok basit di mi?



Futbolu bırakalı neredeyse 10 sene olacak ve hala Hagi'yi kıyaslıyoruz hiçte kıyaslanmayacak biriyle. Alex Brezilya'nın kaptanıydı (kaç maç merak ediyorum, hem de sadece konferans kupasında galiba), Hagi ise Romanya'nın diyip sırf bu şekilde bile Alex Hagi'den büyüktür diyenler var. Sormak gerekir ama ona Alex'in kaç dünya kupası maçı var kariyerinde? Hagi ise o kupanın en unutulmaz gollerden birini attı sen neden bahsediyorsun? diye. Hagi bu ülkeye gelen bir Brezilyalıyla karşılaştırılacaksa o da Roberto Carlos'tur. Kariyerinde Hagi'den fazla kupa sahibi olan Türkiye'ye gelmiş tek oyuncu ve samimiyetle diyebilirimki dünya üzerindeki en iyi sol bekti. Ama Türkiye'ye geldiğinde Katar'a gitmekten farksızdı durum onun için. İlla Hagi'yle Fenerbahçede oynayan birini karşılaştıracaksam Hagi'yle Alex'i kıyaslamaktansa Roberto Carlos'u kıyaslarım hiç değilse en azından Hagi'ye bu kadar hakaret etmemiş olurum. Gerçi Hagi'nin etkilerini bırakmaya başlayan başka bir oyuncu var Türkiye'de şu an: Ona da başka bir yazı da değinicem kesinlikle. Kim mi? Tabii ki biliyorsunuzdur aslında Oz Büyücüsü Harry Kewell'den bahsettiğimi.

Ve benim düşüncem hep sabit kalacak: Hagi bu ülkeye gelmiş gelecek en büyük oyuncuydu ve galiba hep öyle kalacak. Neden mi? Aslında çok basit bir cevabı var:

Kim Türkiye'den bir takımın Avrupa'da kupalar kazanacağını tahmin ederdi 1996'da Hagi geldiğinde? Cevap çok net:Hiçbirimiz, herkes için bir hayaldi bu. Hagi'nin sözleşmeye koydurduğu özel madde neydi peki? Avrupa'da kupa kazanılırsa şu kadar prim alırım. Gerçekleşmeyecek bir hayal olduğundan yönetim bunu kabul etti tabiiki. Ama aslında bu Hagi için bir hayal değildi, o kendisine güveniyordu, o Karpatların Maradonasıydı çünkü. İşte sırf bu yüzden koydurduğu bu özel madde yüzünden Hagi bu ülkeye gelmiş en büyük oyuncu olarak kalıcak hep. Alex mi? Hadi ordan, yatarken üstünü ört kıçın açıkta kalmış derim sadece.. o Hagi'ydi ne Alex ne Carlos ne de şu anda Galatasaray'da tüm oyunculardan apayrı bir yere koyduğum Oz Büyücüsü Harry Kewell.. Kimse onun gibi olamaz zaten, hala onun videolarını izlerken gözlerim yaşarıyorsa vardır bir nedeni...
Read more
0

Je vais bien ne t'en fais pas....


Uzun bir aradan sonra yazmaya bu filmle devam etmek çok güzel olacak...

Yine yeniden izledim bu filmi. İzlemek geldi içimden gene ansızın, durduramadım. İnsan bir kere izleyince bir kere daha izleme ihtiyacı duyuyor sonra.

İkiz kardeşini arayan Lili'nin macerası kısaca. Mélanie Laurent'e bu filmde hayran olmamak elde değil, hastanedeki sahnelerde gerçekten yemek yememiş olmalı o derece gerçekci duruyor. Fransızları sevmem fazla ama Mélanie'nin yeri apayrı. Özellikle bu filmden sonra ben onu dünyadaki en iyi kadın oyunculardan biri sayıyorum, benimle birlikte Quantin Tarantino'da sayıyor olmalı ki Soysuzlar Çetesi'nde kendisine en önemli rollerden birini verdi.

Ama ben her izlediğimde, Mélanie Laurent'in etkisinden kurtulabilince ondan öte başka birine daha çok hayran oluyorum: Baba rolünü oynayan Kat Merad muhteşem bir oyunculuk sergilemiş aslında, izleyenleri karmaşık duygulara sürüklüyor, bisiklet sahnesinde Lili'yle konuştuktan sonra arkada kalınca yüzüne bakınca o anki duygularını insan sonuna kadar içinde hissediyor o nasıl bir mimiktir. Ve sonunda oyunculuğuna insanın ağzı açık kalıyor ister istemez. Filmi 2. kere sırf babanın mimiklerine, oyunculuğuna dikkat etmek için izlemek lazım. İşte o zaman anlaşılıyor oyunculuğunun büyüklüğü. Gerçi anneyi canlandıran Isabelle Renauld oyunculuğuda mükemmel ama Kad Merad çok daha ağır basıyor işte.

Bir filmin soundtracki nasıl bu kadar güzel olur, nasıl insanı etkiler bunun dersini de veriyor bu film. Kardeşimle aramızdaki şarkı oldu artık Lili. Ben ona söylüyorum tabii ki. Şarkının sözlerini ve klibini buradan vereyim de tam olsun.

Kısaca özellikle kardeşi olanların kesinlikle izlemesi gereken bir film, insana kardeşini ne kadar çok sevdiğini öyle bir gösteriyorki insana kendi bile inanamıyor. Zaten şarkıyı dinleyince filmi de izleme istediği doğuyor insanda otomatik olarak.



Lili,take another walk out of your fake world
Please put all the drugs out of your hand
You'll see that you can breath without not back up
Some much stuff you got to understand

For every step in any walk
Any town of any thought
I'll be your guide

For every street of any scene
Any place you've never been
I'll be your guide

Lili,you know there's still a place for people like us
The same blood runs in every hand
You see its not the wings that makes the angel
Just have to move the bats out of your head

For every step in any walk
Any town of any thought
I'll be your guide

For every street of any scene
Any place you've never been
I'll be your guide

Lili,easy as a kiss we'll find an answer
Put all your fears back in the shade
Don't become a ghost without no colour
Cause you're the best paint life ever made
Read more
0

O şimdi asker canı neler ister....



Bundan bir sene önce bugünü askere giden 3lüyü uğurlarken ki halini düşün deseler hiçte şu an hissettiğim gibi hissetmezdim. Üzülürdüm, meraklanırdım ama bu kadar üzülmezdim kesinlikle.. En kötü anlarımda 3,5 senelik görüşmeme fiyaskoma rağmen yanımda olan kardeşimlerimden üçü yarından itibaren 6 ay boyunca yoklar...

Doruk ve Mertkan... Kardeşlerim işte benim... Doruk ara sıra kaybolsa son zamanlarda gene ortaya çıkmıştı,diğeriyle Mertkanla Fenerbahçe maçından sonra kapışıp cumartesi konuşmaya başladık tekrar... Ama gidiyorlar lan işte 6 ay yoklar.. Rahat sayılırlar 3.cüyle karşılaştırırsak Ankara ve Hatay'a gidiyorlar işte.. Doruk gel Ortaköy'e gidicez sahile havada düzelir hem, Mantar'ı dinlemeyiz merak etme yoksa Palladium'da çürürüz...

3.sünün yeri ise apayrı.. Mirko, Şaban ve Barış... Sene boyunca sabit olmayarak bu üç isimle çağırdım onu... Her haftasonu birlikteydik genelde, hayatımdaki en güzel tatili beraber geçirdik... Yarın Diyarbakır yolcusu.. Şimdi oturup düşünüyorum ben cuma, cumartesi ve hatta pazar kimi kitleyeceğim diye.. Haftaiçi kimi arayacağım hadi Yeşilköy'e diye? Halısahada maç çıkışı Arnavutköy'de mantı & dondurma ikilisini kiminle yapıcam ben Doruk'ta gidiyor? Özlüycem ulan seni ötesi var mı? Kardeşim çabuk git, çabuk gel... O kadar alıştırdınki kendine eksikliğin tahmininden de çok hissedilecek, biliyorum ki inanılmaz hikayelerle geliceksin ama o hikayelerle yanımıza tamamen dönene kadar hep seni merak ediyor olucam...

Vatan size emanet!!! Dikkat edin lan kendinize!!! Aramayı ihmal etmeyin...
Read more
0

Bülent Tümurlenk'ten harika yazı...



Blog yazmaya ve hatta blogları okumaya başlamamın başlıca sebebidir Bülent Timurlenk'in blogu. Bugün inanılmaz bir yazı yazmış gene. Ders gibi herkesin okuması lazım bu yazıyı. Buraya tıklayıp okuyabilirsiniz.
Read more
0

Hürriyet Alma - Aldırma!



Bir gazete düşünün Türkiye'nin en çok okunan gazetesi olsun. Bu gazetenin genel yayın yönetmeninin sırf damadı diye birinin burada önce spor yazarı sonra da spor müdür olduğunu düşünün. ve bu spor müdürünün tarafsızlıkla övünen bu gazetede çalışırken bir derbi maçı sonrası bir programda alenen ezeli rakibine küfür ediyor..

Bu gazete Hürriyet, bu dallama da tahmin edileceği gibi Ercan Saatçi... 2 sene önce Nonda'nın golüyle Ali Sami Yen'de aldığımız maçtan sonra ne diyeceğini bilemediğinden Galatasaray taraftarının yaptığı gösteriyi terör örgütü bayrağına benzeten bu şerefsiz, spor müdürü olduktan sonra durulacağına iyice azıtmış halde. Konunun müzik olduğu bir fbtv programında Metin Özülkü'nün spora dönelim birazda diyince verdiği ilk tepki "nasıl ...tik Galatasaray'ı" oluyorsa ben o gazetenin spor müdürünün bu halini gördükten sonra o gazetenin tarafsızlığına inanmam be ne o gazeteyi alırım ne de aldırırım..

Ercan ben sana damat olamazsın demedim adam olamazsın dedim. Bu arada Metin Özülkü'nün gerçek yüzünü gördüğümüz çok iyi oldu. Şu aralar tek dileğim sokakta Ercan Saatçi'ye rastlamak...
Read more
1

PES 2010 vs. FIFA 2010

Önce daha popüler olandan PES 2010'dan başlamak gerek. Geçen seneki oyundan biraz daha zor bir oyun olmuş bana göre. Topu Messi'ye, Eto'o'ya atıp deliler gibi koşup bir kaç feykle adam geçip ya da duvar pasıyla kaleciyle karşı karşıya kalıp gol atma devri bitmiş. Kimle oynarsanız oynayın illa defanstan birine top kaptırıyorsunuz herkesi geçmeye çalışırken, bu yüzden günümüz futboluna uygun olarak paslı oynamak zorunda kalıyor insan. Tek sorun adam geçememe konusunu biraz abartmışlar, gerçek hayatta insanüstü bir varlık olan Messi bu oyunda insan olarak yapılmış ve genelde defans oyuncularını geçemeyen bir yapıya bürünmüş (en zor seviyeden bahsediyorum). Karşı karşıya kalınca gol atmak çok zorlaşmış, aşırtmayı atmak zordu zaten, şutları genelde kaleciler çıkartıyor, eskisi gibi kaleciyi çalımlamaya kalkınca da defans gelip topu sizden alabiliyor. Ben bu yüzden hep geriden gelen adama pası verip boş kaleye atmaya çalışıyorum en azından gol olma şansı daha artıyor. Kalecileri iyi yapalım derken abartmışlar ama.. Bazı durumlarda diğer köşede olan kaleci ters köşeye inanılmaz bir şekilde uçup topu çıkartabiliyor siz gol olduğunu zannederken. Penaltı atışları ise apayrı bir olay olmuş, nasıl atılacağını çözdüm ama gerçek onu da çok zorlaştırmışlar, eğer elin ayarı kaçarsa penaltı atışlarında 5 penaltının 5ini de dışarı atmak çok mümkün. Taktik bölüü çok güzel ve detaylı olmuş, biraz daha abartsalardı Footbal Manager statüsüne erişebileceklermiş. Herşeye rağmen geçen seneden çok daha iyi bir PES var karşımızda. Ama bu sefer karşısında geçen senekinden çok daha güçlü bir FIFA 2010 var.

FIFA geçen sene de çok güzel bir oyun yapmıştı ama PES 2009 popülerliğini kullanıp daha çok tercih edilmişti, ben FIFA 2009'u geçen sene daha çok beğenmeme rağmen bu popülerliğe kapılıp sadece PES 2009 oynarken buldum kendimi. Bu sene ise PES 2010'dan bence çok çok daha iyi bir FIFA 2010 var karşımızda. Zorluk olarak rakibinden çok daha zor bir oyun olmuş orası kesin. Daha en üst seviyede oynamaya başlayamadım FIFA'da ama PES'te 2. alışma maçı sonrası en üst seviyede oynayıp maç başına 3-4-5 gol atmaya başladım desem aradaki farkı daha iyi anlar insan. FIFA'daki en güzel olay kullanılmayan sağ analog tuşlarını özel hareketler için ayırmış olması, L2'ye basarak bu analogu hareket ettirdiğimizde günümüz futbolcularının yaptığı çalım hareketlerini yapabilirmek çok güzel oluyor. PES'teki gibi koşarak adam geçmek burada da mümkün olamasa da bu çalım hareketlerini düzgün kullanarak 3 kişiyi geçebiliyor insan bu da oyunu daha gerçekçi kılıyor aslında. Ama bunda da paslı oynamak çok daha önemli herşeyden öte. Paslı oynanınca rakip topu kapamıyor ve bir anda gollük pozisyona girebiliyor takım. Ama çalım atmaya kalkışınca genelde rakip topu kapabiliyor, her ne kadar o çalım varyasyonları olsa da. 2 senedir FIFA'nın PES'ten ayrılan bir kaç özelliği var: Gol atınca gol sevinçlerini PES'te edit modundan ayaramanız gerekiyor ya da 80 küsür sevinç birini rastgele yapıyor ama FIFA'da kendiniz o an ne isterseniz yapabiliyorsunuz, 80 küsür sevinç olmasada bu çok hoşuma giden bir özellik. Şöyle örnek vereyim, kendi fantazim bir golden sonra Galatasaray tribünlerini önce şişt yaparak susturarak sonra kollarımı sallayarak üçlü çektirmeye başlıyor, daha sonra insanları çoşturmak için 2 elimi aşağıdan yukarı kaldırarak hadi daha yüksek daha yüksek moduna geçiyorum. Tam büyük bir fantazi ama yapabiliyorum ben bunu bu oyunda yapınca da iyice gaza gelip kendimde üçlü çekiyorum (evet manyağım). Fifa'nın Pes'te olmayan diğer özelliği takımların güncel form durumunu, oyuncuların sakatlık durumları istenirse internetten alınıp ona göre ayarlamalar yapılabiliyor, ki bu da bence çok güzel bir özellik. Ve PES'te olmasını en çok istediğim özelliklerden biri de oyuncunun genel güç durumunun yanında anlık güç durumu, şöyle ki eğer bir oyuncuyu sahanın bir ucundan diğerine dakika depara kaldırınca oyuncunun anlık güç durumu azalıp koşamamaya başlıyor kısaca nefesi kesiliyor böylece dinlenmek için deparı kesmek zorunda kalıyor insan, maçta süre ilerleyip genel gücü azalınca anlık güç durumu da daha çabuk bitmeye başlıyor. bu da oyunu çok daha gerçekçi kılan özelliklerden biri.

Sonuç olarak ikisi de insana çok güzel olmuş ama FIFA 2010 bana daha çok zevk verdi açıkcası. Şu da varki daha zor olan FIFA 2010 oynayınca PES 2010 insana daha kolay geliyor. Bu sene FIFA 2010 kazanır, Konami'nin seneye FIFA 2010'dan birşeyler kapması gerek yoksa EA Sports aradaki farkı git gide açmaya başlayacak gibi duruyor. Ama ikisininde hakemleri biraz düzeltmesi gerekiyor ...
Read more
0

Türkiye'ye gene bir Dünya Şampiyon geldi!!



Kimin haberi var bundan? Herkes derbiyi konuşurken gene bir tarih yazıldığını kaç kişi biliyor ki? Sayılı... Gazete de haberi çıktı mı hayır... Neyin haberi peki sahi:

Engelsiz Aslanlar 2. kez Kıtalararası Şampiyon oldu sessiz sedasız. hem de gene namağlup... 2. kez Avrupa'da Şampiyonlar Ligi şampiyonu olduktan sonra.. Bu insanlar bir haberi bile hak etmiyorlar mı? Türkiye'nin uluslararası alanda kazandığı 9 kupadan (7'sini Galatasaray getirdi) 4'ünü bu takım getirdi son 2 senede. Ama gazetelerde bugün bile kavuk giymiş Alex var ve bu insanların, Engelsiz Aslanlar'ın haberi hiçbir yerde yok.. Yazık!!!

Halbuki sporun dostluk ve kardeşlik olduğunun bize gösterildiği sadece bu spor dalı kalmıştı. Tüm Türkiye'nin kuşkusuz takdir ettiği ve belki de sempati duyduğu bir takımın bu başarısı neden hiçbir gazete de resimli olarak verilmez?



Türk sporu için öenmli bir olayı bu kadar umursamayan türk basını için sadece yazık diyebilirim...

Ve unutmadan: Helal olsun be Engelsiz Aslanlar!!! Sessiz sedasız gene Kıtalararası Şampiyon oldunuz!! Aynen devam diyecem de zaten devam ediyorsunuz!!
Read more
0

Fenerbahce 3 - Galatasaray 1

Futbol namina sahada hic bir sey yoktu. Oynayan, oynamaya calisan Galatasaray'di. Oynatmayan, oynatmak istemeyen Fenervahce ve bir hakem uclusu vardi. Macin ilk dakikasinda Baros'u sakatlayan O.C. Emre'ye sari kart gostermezsen, ofsayttan olan golu verirsen sonunda Keita cileden cikar kendi cezasini kendi kesmeye calisir. Alex'in pozisyonu penaltiysa Leo Franco'ya kirmizi kart verip Nonda'ya sari kart vermeyeceksin. Cifte standart uygulamayacaksin! Ne zaman maclara duzgun hakem verirler iste o zaman oradan galip cikariz. Bu son 10 senede her halde maclarin %80ninde eyyamci bir hakem mevcuttu, bugunde bu olay bozulmadi. Ilkyarida Arda'ya yumruk atan Cristian denen herife neden kart gosterilmedi ben bunu merak ediyorum!

Macan once cikan olaylarda hakemin kafasini yarmayi basaran, Keita'nin gozune yabanci madde atan bu taraftara ne ceza verilecek merak ediyorum, tek macta yillarin hincini alinca 5 mac seyircisiz oynamistik biz!!! Bakalim bunun sonucu nolacak? Bence sadece para cezasiyla kurtarirlar!

Son olarak Emre Belozoglu ben senin anani cok seviyorum...
Bu e-posta, Turkcell BlackBerry ile gönderilmiştir.
Read more
0

Hayatın anlamı Sarı-Kırmızı

Doğmadan belliydi benim Galatasaraylı olacağım. Sıkı Galatasaraylı bir babanın oğluyum ben. Ben doğmadan babam Fenerli anneme restini çekmiş, "Bu çocuk erkek olacak ve o Galatasaraylı olacak. Eğer bunu engelleyecek birşey yaparsan boşanma sebebi olur." diye. Önümde başka seçenek yoktu, babam başka takımı tutsaydı başka türlü olabilirdi herşey. Ama bu benim hayatımda herhalde yaptığım, benim için yapılan en büyük doğrulardan biri..

Galatasaray sevgisi o kadar içime işlemeye başlamıştı ki (babam sağolsun) çok küçük yaşlarda maçlara gitmye başladı. 5 yaşında gittiğim maçlarda bazen sıkılıp kapalının pütürlü sütunlarına sarı-kırmızı örgüyü atıp yüksekte kalmasını sağlayıp sonra zıplayıp onu alıyordum. Ama bu saçma oyunum gitti gide olmamaya başladı, futboldan anlamaya başladıkça maçları daha büyük heyecanla izlemeye başladım.



Prekazi'nin 30 metreden golünü attığı Monaco maçını bize gelen annem gibi deli Fenerli teyzem ve Galatasaraylı eniştemle izlemiştim. Babam stresten dışarı çıkmıştı ve Prekazi gol attığında evdeki herkes çıldırmıştı. Ben sevinirken yere düşmüş, eniştem eğilirken kafamı ezmişti ama benim canım hiç acımamıştı o gün ve kimsede bunun farkında değildi zaten.

4. sınıfı bitirdiğimde 1993-94 sezonunun son maçına şampiyonluk maçına gitmiştim onu hala hatırlarım. Galatasaray- Bursaspor maçı Ljun o maçta gol atmıştı, stadda gördüğüm ilk şampiyonluktu galiba o.

Ertesi sezon Anadolu Liselerine hazırlanırken ilk kez kombinem olmuştu, stres atmak için tüm maçlara gidiyordum. Galatasaray'ın şampiyonlar ligi maçları da vardı o ene ve maçtan önce dergi dağıtırlardı hep. Ve ben her maçta fazladan bir dergi bulup bu blogta da yazı yazacak olan benim gibi fanatikten öte Galatasaraylı en yakın ilkokul arkadaşıma götürürdüm fazlasını. Sadece Arif'in golüyle ilk galibiyetimizi aldığımız Barcelona maçında bulamamıştım fazla dergiyi, kendiminkini de zar zor bulmuştum, herkes dergilerini alıp saklamıştı herhalde. O sezondan beri babamla her sene kombinemizi alıp maçlara gittik, 15 sene bitmiş dile kolay, 16.sezonumuzdayız.



İçimdeki Galatasaray sevgisi ve babamında orada okumuş olması sayesinde Anadolu Lisesi sınavlarında tek bir hedefim vardı: Galatasaray Lisesi... İstanbul Erkek Lisesi'nin o dönem dershanesi çok meşhurdu ve iyiydi, haliyle ben de ona gidiyordum.. İlk derste sınıfa giren hoca hepiniz burayı mı kazanmak istiyorsunuz diye sorunca tüm sınıfın evetine tek başıma hayır demiştim. Hoca şok içinde gözlerini açıp sen nereye girmek istiyorsun dediğinde, kendimden emin Galatasaray Lisesi'ne girecem ben dedim.. Ve dediğimi de yaptım.. Bu hayatımda yaptığım en büyük doğruydu işte... Zaten her büyük doğrularımın içinde mutlaka bir yerden sarı-kırmızı birşey çıkıyor...

Lise hayatım boyunca Galatasaray gerçekten ne kadar büyük olduğunu daha da büyük bir sevgiyle bağlanarak gördüm. Galatasaraylılık denen kavramı ocağında öğrendim, şu anda isteseler onlar için öleceğim, istesem onlarında benim için aynı şeyi yapacağını bildiğim kardeşlerimi orada tanıdım. İçlerinde Fenerlisi de var Beşiktaşlısı da.



Kendimi bildim bileli bu takım, bu camia bana sayısız sevinç mutluluk yaşattı, en kötü anımda bu camianın bana kattığı insanlar yanımdaydı. bol şampiyonluklar gördüm: 16 dakika beklediğimiz, antrenörsüz şampiyon olduğumuz, 4 sene üst üste olanlar, 3. yıldıı taktığımız, Süper Kupa şampiyonluğu ve kim ne derse kesin en önemlisi, giderek hayatımdaki en büyük doğrulardan biri olan UEFA Kupası şampiyonluğu ve daha niceleri...

Bugünki maçtan sonra sonuç ne olursa olsun bu sevgim değişmeyecek, ne artacak ne azalacak. Ben Galatasaray'ı Fenerbahçe'yi yensin diye sevmedim zaten, ben bu renkleri gözüm kapalı ölümüne sevdim. Ve bu klüpten öğrendiğim birşey varsa o da önemli olan Türkiye'de ve ondan da ötesi Avrupa'da şampiyonluk kazanmaktır.

Ama rakibimiz için durum böyle değil her ne kadar kazanılamayan şampiyonluklardan sonra İslam Çupi'nin güzel sözünü kullansalarda onlar için önemli olan Galatasaray'ı yenmektir. Bu yüzden 9 senedir kazanamadığımız onlar için bu kadar önemli, o yüzden Fenerbahçe rekorları diye birşey var. Kendilerini biraz avutsunlar diye. Çünkü onlara göre fi tarihinde aldı Galatasaray UEFA Kupasını. Aldık kardeşim işte, o kupanın üstünde hala Türkiye'nin bayrağı ve Galatasaray'ın ismi var mı? Var.. Sana göre fi tarihinde tesadüfen kazanılmış o şampiyonluk Türk futbol tarihinin en büyük başarısı var mı ötesi? Yok..

Sonuçta bu akşam yensekte yenilsekte ben aynı sevgimle aynı deliliğimle Galatasaraylı olacağım. Yenersek mutlu, yenilirsek üzüleceğim.. Ama bu mutluluk ve üzüntü, tüm sezonu etkilemeyecek bilemedin 1 hafta sonra biter bunun etkisi tüm Galatasaraylılarda bu iş bu kadar basit...

Zaten ne diyoruz: BİZE HER SEVDADAN GERİYE KALAN SADECE GALATASARAY!!!!
Read more
0

Sabah'ın saçmalaması



Maç saati yaklaştıkça basındaki Galatasaray düşmanı grup kendini iyice belli etmeye başladı. Üstteki resme tıklanınca açılan sayfada Sabah'ın bugünkü muhteşem haberini okuyunca güne zinde başladım ben. İçimdeki sinir ve nefret açılmamı sağladı ama güne küfrederek başlamak kötü onu belirteyim. Rijkaard'ın rövanş maçıymış bu maç. Niye? Daum'dan önce Rijkaard'la anlaşılmışta sonra dan bu sözleşmeyi iptal etmişler.

Bu güzide basın organımıza -ki Sabah bugün itibariyle bu uydurma haberle organ olarak kıç bölgesini temsil ediyor- Rijkaard'ın geldiği ilk günkü röportajından cevabı kendi sitelerinden verelim:

Hollandalı Teknik Direktör Frank Rijkaard'ın menejeri Perry Overeem ise, bir soru üzerine, Türkiye'de Galatasaray dışında hiç bir kulüple görüşmediklerini, daha önce isimleri geçen Fenerbahçe ile de görüşmediklerini söyledi.

Perry Overeem, Fenerbahçe'den bir teklif gelmediğini de belirtirken Türkiye ve transferlerle ilgili bir soru üzerine ise, ''Türkiye'yi tanımayanlar olumsuz düşünüyor. Türkiye'de İstanbul'da çok önemli ve güzel bir ülke ve şehir. Transfer konusunda bir çalışmamız olmadı. Çünkü Rijkaard'ın transferi çok ani gelişti. Bu görüşmeler nedeniyle transfer konusu gündeme gelmedi. Ancak bundan sonra yoğun bir çalışma bizi bekliyor. Biz bugün Hollanda'ya dönüyoruz, önümüzdeki hafta içinde tekrar Türkiye'ye dönerek transfer çalışmalarına başlayacağız.'' dedi.


Bu yapılan ayıp hem de çok büyük ayıp!!!
Read more
0

Hürriyet'in saçmalaması



Sabri'nin eyvallah demesi... Sabri'ye denecek laf yokken tüm şimşekleri bu oyuncunun üste çekip derbi maçında Sabri'nin üstene oynatıp onu agresifleştirmeye çalıştırmaktan öte birşey değildir bu üstteki resme tıklanınca açılan haber. Bugünkü gazetede yarım sayfa olarak haberi yapılmıştı üstüne üstlük. Sabri oyundan çıkarken kendini alkışlayan taraftara eğlip teşekkür etmiştir bundan öte birşey değil. Herşeye at gözlükleriyle bakın ve hiç bir şeyi olumlu görmeyin. Galatasaray'ı nasıl yaralayabiliriz diye düşünürken kendinize yazık ediyosunuz, bu kadar zorlamayın bazı şeyleri artık..

Sabri'nin bu haberlere, maçta gelecek küfürlere kulağını tıkaması lazım, ne kadar değiştiği asıl pazar günü göreceğiz.
Read more
0

Galatasaray 4 - Dinamo Bükreş 1



Ne yalan söyleyeyim maça gittiğim de aklım bu maçtan çok Pazar günkü maçtaydı. Rijkaard'a derbiyi düşünmüş olacak ilk 11de Hakan Balta, Baros, Arda ve Gökhan Zan yoktu. Yerlerine Caner, Nonda, Elano ve Mehmet Topal oynadı.

Golü bulana kadar pas çevirip pozisyona girmeye çalıştı Galatasaray kapanan rakibi karşısında, kalesinde pozisyon vermedi ilk dakikada gelişen atak dışında. Rakibini paslarla bunaltıp hata yapmaya zorladı, golü ne olursa olsun atacağının sinyalini verdi rakibine. Ama sanki biraz uzun sürdü golün gelmesi, 32. dakikada Kewell'in vuran olmazsa belki kaleyi tutsun gol olur ortasına Servet kaleciyi şaşırtan vurma feykiyle gole büyük katkı sağladı. Golden sonra Dinamo Bükreş defansı bırakıp saldırsam mı acaba dedi ama Galatasaray konsantrasyonundan birşey kaybetmeden oynamaya devam etti. 1. golle 2. gol arasında Galatasaray pozisyon bulmaya devam etti dağılmaya başlayan rakibi karşısında.



Sabri'nin Keita'dan öğrendiği birkaç hareket var, maç içinde bunları gördük biraz. En önemlisi çizgiye inermiş gibi yapıp içeri kat etmek ve arkadan gelen oyuncunun önünü açmak. 2. gol işte Sabri'nin bu öğrendiğini uygulamasıyla geldi. Keita'yı çok iyi kaçırdı Sabri, Keita'da öldürücü yere ortasını yaptı kaleci ve defans ön direktekilere odaklanmışken Keita gerilerden gelen Nonda'yı gördü, Anakonda ise maçı bitti sayan golü getirdi takıma.

İlk yarı 2-0 ile bittikten sonra 2. yarı bir nevi 3-0 başladı. Keita, ki kendisi Galatasaray'ın futboldaki hilesi gibi birşey top ne zaman ona gelse tehlike oluyor, muhteşem bir ortayla Nonda'ya 2. golü attırdı, Nonda topa değemeseydi arkada Kewell boşta topu bekliyordu. Bu golde Keita kadar önemli bir payada Mustafa Sarp sahip, topu orta alandan iyi getirip Keita'nın önüne güzel bir şekilde açtı ve ardından ön direğe koşup rakibi kendi üstüne çekti.

55. dakikada Keita yerini Aydın'a bırakınca herhalde başka gol atamayız iyice rölantiye alırlar artık oyunu diyordum. Ama Aydın kendi becerisiyle penaltıyı yarattı. Penaltı atışından önce Nonda ve Kewell kim atsın tartışması yapıyordu, Elano gidip ben atasam olur mu tarzı sorusuyla bu tartışmayı bitirdi ve penaltıyı, az daha kaleci kurtarıyordu, gole çevirdi.



Bu dakikadan itibaren takım oyunu iyice cıvıtmaya başladı. Golü yiyeceğimiz çok belliydi zaetn ve neyseki 1 tane yediğimizle kaldık. Bu cıvımanın boyutları o kadar büyükki kendi cezasahan içinde kalecinle defans oyuncuların rakiple 3-2 pas yapabiliyor, topu uzaklaştırma zahmetinde bulunmadan, kaptırsalar maç 4-2 olacak bir anda. Bunlara gerek yok, oyunumuza rölantide devam etsek belki 5-6 olacaktı ama rölantide oynamayı beceremiyoruz ya oynuyoruz ya da oynamıyoruz bunun bir arasını bulmak lazım.

Sabri ve Ayhan pazar günü derbide oynayacağından Uğur ve Barış'la değişti. Ayhan-Barış değişikliğinde kaptanlık pazu bandı Uğur'un kolunda kalınca gol atmış kadar sevindim, çok yakışıyor bu çocuğa kaptanlık o talihsiz sakatlığı geçirmeseydi belki de asıl kaptan o olacaktı.

Barış'ın son dakika şutundan sonra yedek kulübesinin yaptığı makara görülmeye değer ve başrolde ise Arda yok bu makarada, Keita başı çekiyor. Barış'ı ayakta alkışlamaya kalkarken yan gözle Rijkaard'ı süzmesi işin başka bir boyutu ..



Yeri gelmişken değineyim, bu maç Elano'nun en iyi oynadığı maçtı. Topu 50 metrelik mesafelere nokta atışıyla yolladı, rakip defansın ayarını bozdu. Çok koştu ve mücadele etti. Takıma uyum sorununu tamamen aşmak üzere ve artık milli maçlarda kalmadığına göre 2-3 maç sonra asıl Elano'yu sahalarda görmeye başlayacağız. O kadar güzel düşünüyor ve o kadar güzel öldürücü paslar atıyorki takdir etmemek mümkün değil. Maç 0-0ken Keita'ya muhteşem bir pas attı, Keita topu oraya atacağını düşünmemişti ve topu rakibe kaptırdık. Ama o pas Keita'nın da o kadar hoşuna gittiki 30 saniye boyunca sen var ya sen dercesine parmağıyla Elano'yu işaret edip gülüyordu.

Caner ise takıma yavaş yavaş alıştığını gösterdi bize, Hakan Balta'dan çok daha hızlı ve hücumda çok daha etkili. Biraz daha takıma ısınınca Hakan Balta artık stoper oynamaya başlayabilir bu takımda.



Ve son söz Sabri hakkında. Kendisiyle durmadan dalga geçen biriyim ve bu takımdan gitmesi gerektiğini düşünüyorDUM. Son maçlarda gösterdiği gelişme inanılmaz boyutlara ulaştı. Artık orta bile yapabiliyor, gereksiz şut çekmiyor, topu şişirmiyor ve en önemlisi ne hakemle ne de rakiple dalaşıyor. Bunda Keita'yla gösterdiği uyum ve antrenörünün Rijkaard olmasının payı çok yüksek. Ve ilk defa gol atmadığı bir maçta oyundan çıkarken tüm stat tarafından (ben dahil) ayakta alkışlandı. Aynen böyle Sabri bizi utandırmaya devam et ama maçta artık kimseye yüklenip rahatlayamıyorum olmadı bu...
Read more
0

Derbiye en tarafsız hakem!!!



Bu mudur yapabileceğiniz en büyük atama? Geçen sene kupa finalinde Bünyamin Gezer'in Fenerbahçe'ye verdiği Guiza'nın bile şaşırdığı beleş penaltı hala akıllarda. Üstüne üstlük bu senenin ilk maçında oyundan çıkan Arda'ya kalenin arkasından çıkıp soyunma odasına direk söyleyip yeni bir kural yaratıp bunu takmayan Arda'ya sarı kartını gösterdiği de hala akıllarda. Bu mudur bu maçın hakemi? Lugano'nun kırmızı kart görmeyeci artık kesinleşti...

Son derbilerde en iyi en hatasız yönetimi Cüneyt Çakır göstermişti bana göre Gökhan Gönül'ü attığı o kupa finalinde. Gökhan'ı haksız yere attı diyenler olacaktır ama olayın aslını hakem gibi taraftarlar gibi herkes gördü, bunu itiraf edin kendinize artık: Top toplayıcıdan ıslarla yedek topu isteyen Gökhan Gönül'ün bu istediğine durmadan saha içindeki topu gösterip atmayan top toplayıcının sonunda topu attığı anda Gökhan'ın eğilip topun oyun alınına girmesini sağlaması hakemi aldatıp zamandan çalmak değil midir? Ben söyleyeyim en kralıdır, sarı kartın varsa bu 2. sarı karttan kırmızı gerektirir. Ee Cüneyt Çakır doğru karar verdi diye, asılmadı mı? Asıldı.. Fenerbahçe maçlarına verilmiyor artık... Bu mu tarafsız federasyon?

Eyyamcı bir hakemin verildiği bu derbide, hakemi de yeneceğiz!! Bünyamin geçen seneki kupa maçında olduğu gibi gönül rahatlığıyla saçma sapan penaltı verebilir artık...
Read more
0

Zafer Çocukları



Bu hafta sinemalara Zafer Çocukları diye bir film geldi. Konusu belki değişik gelmeyebilir: Bağımsızlıklarını kazanmaya çalışan Macarlar ve Macarların yenilmez diye tabir edilen Sutopu milli takımı. Sutopu yerine futbol konulsa klasik bir bağımsızlık ve spor filmi denebilir Pele'nin Sylvester Stallone'a oynadığı Victory gibi. Ama ben ilk defa bir spor olarak sutopunun konu alındığı bir film gördüm. Zaten Macarlar diyince benim aklıma direk sutopu takımı gelir ve onların bağımsızlık savaşıyla ilgili başka bir spor yapılsaydı büyük hata olurdu. Her insan yaptığı sporu daha çok sever, bu yüzden sutopu ben de apayrı bir yere sahip. Konuyu duyunca hemen gittim filme. Ve bence çok güzel bir film olmuş..

Macarların Sovyetlerden ayrılırken çektiklerini bize Macaristan sutopu milli takımının yıldızı Karcsi Szabó'nun gözünden anlatılmış. Szabó'nun nasıl bu bağımsızlık mücadelesine girdiği, çok sevdiği sutopu takımından ayrılmayı bu uğurda göze aldığı, daha sonra sözde bağımsızlık verilince takıma geri dönüp milli takımla Montreal olimpiyatlarına gittiği anlatılıyor filmde.



Sutopu maçlarında oyuncular hafiften amatörce oynuyorlar gibi -o zaman belki en üst seviye böyleydi bilemiyorum- bunun yanında maçlar sırasında en gerçekçi görüntüler su altında olanlar, ki bunda bence ya gerçek oyuncular kullanılarak çekilmiş ya da bir maçtan alıntı yapmışlar. Mayoların çekilmesi, tekmeleşme yumruklaşma hakem görmediği sürece (ki su altında olan bir olayı abartmadan yapınca genelde göremezler) sutopunda en doğal şeylerin başında geliyor ve bunu çok iyi yansıtmışlar.

Kısacası gidip görülmesi gereken bir film olmuş bence.
Read more
0

Barcelona 1 - Rubin Kazan 2



Söz Galatasaray olunca benim için akan sular durur ve bu hep böyle devam edecek. Ama bana dünya üstünde 2. bir takım seç deseler belki de çoğu Galatasaraylı gibi bu benim için FC Barcelona olur. ( 3. takım ise Liverpool , bir gün Kop tribününde You'll never walk alone'u söyleyeceğim! )

Dün Barcelona - Rubin Kazan maçı vardı şampiyonlar liginde. D-Smartı olan şanslı azınlıktan biri olarak izledim maçı. Klasik Barcelona maçlarının istatistikleri vardı maç sonunda: Bol pas yapan , %72lik topa hakimiyetle oynayan bir Barcelona. Ama bu sefer gol bölgelerine gitmekte çok zorlandılar ve neredeyse gidemediler. Bunda Kazan'ın maçın başında Ryazantsev'in uzaktan bulduğu muhteşem golle defansa çekilip kapanmasının da büyük payı var. Barcelona bu sefer kapanan defansı açamadı, açamadıkça daha çok adamla ileri yüklendi ama yine de pozisyona giremedi.

2. yarıda İbrahimoviç çok zor pozisyonda neden Eto'o yerine alındığını gösteren bir golle durumu eşitledi. Ve bundan sonra Barcelona biraz sakinleşeceğine iyice rakibinin üstüne gelmeye başladı, burada çok büyük bir hata yaptılar ve cezayı kesen bir Türk, Gökdeniz Karadeniz oldu. Muhteşem bir kontra çıktı Kazan, Gökdeniz'de aldığı güzel pası muhteşem bir vuruşla gole çevirdi. Maçın sonlarında Gurban Berdiyev tespihiyle transa geçmiş dua ediyordu, sevdiği kuluymuş allah'ın duası tuttu son dakikadalarda toplar direklerden dönemye başladı. Barcelona şanssız gününde yenildi, Rubin Kazan'da şanslı gününde kazandı diyebiliriz.

Anlamadığım Guardiola 90+2 de oyuncu değiştirerek zamanı yiyerek ne yapmaya çalıştı? Rubin Kazan'ın yapması gerekeni kendisi yaptı değişik bir şekilde...

Bu maç bize Messi'nin tutuk olduğu günlerde Barcelona'nında üstünde bir tutukluk olduğunu gösteriyor gibiydi, geçen seneki durmadan pozisyona giren takımdan eser yoktu sahada. Bir an önce düzelirler diye ummaktan başka birşey gelmiyor elde.
Read more
0

Rijkaard bu lige fazla



Galatasaray'ın başına kim gelir sorusuna cevap verirken benim aklıma hiç gelmedi bu kıvırcık saçlı. İmkansız gözüküyordu gelmesi benim gözümde ama geldi, kimsenin beklemediği bir anda geldi hem de. Türkiye'de görülmemişi deniyor şimdi ve Galatasaray'a total futbol oynatmayı, bu sistemi ezberletmeyi ve takımı otomatik bir hale getirmiş şekilde oynatmaya çalışıyor. Takım Rijkaard'ın istediklerini yaptığında çok rahat gol pozisyonlarına girip gol buluyor. Yaptığı değişikliklerin bence yerinde olması oyunu ne kadar iyi okuduğunun göstergesi. Peki muhteşem basınımızın 2 olağanüstü yazarı, kaleminin Rijkaard'ı nasıl eleştirdiğine bakalım birazda bu maçtan sonra:



İlki hakemden bozma spor yazarı Ahmet Çakar. Rijkaard'ın kazağına, gömleğine takmış böyle giyinmemeli Galatasaray'ın teknik direktörü deme başarısını göstermiş. Eleştirebileceği başka birşey bulamadığından olsa gerek Rijkaard'ın kazağı giyinişi kendisine feci batmış. Biz daha kendisinden bikini sözünü tutmasını bekliyorduk. Olmadı!



Diğeri ise alışagelmiş şekilde HINÇ-al Uluç. Galatasaray'ın galibiyetini Rijkaard'a rağmen kazanıldığını, Hollandalının ne yapmak istediğini anlamadığını, oyunu okuyamadığını, Barış'ın Kewell'ın yerine girmesinin ne kadar yanlış olduğunu yazmış muhteşem futbol düşünürü. Anlamadığım aynı maçımı izliyoruz biz bununla? Galatasaray git gide total futbola yakın bir oyun sergilemeye başladı. Ve bu Rijkaard sayesinde. Buna rağmen kazanılan her maçtan sonra Rijkaard'a rağmen, kaybedilen her puandan sonra Rijkaard yüzünden yazabiliyor sevgili HU. Ne diyebilirim ki ben bu düşünceye? Aynen devam ...

Kazağıyla, giyimiyle, futbol düşüncesiyle fazladır Rijkaard.. Gerçi Mustafa Denizli'yle kıyaslanmaz bile çünkü Denizli kat be kat iyidir ondan (HU'nun görüşü)..

Dünkü maçta açılan pankartla bu 2 spor yazarına cevap veriyor zaten Galatasaray taraftarı:
"Dalkavukların yazdıklarına bakma, taraftar daima arkanda!!!"
Read more
0

Gheorghe Hagi


Uzun zamandan beri Ali Sami Yen'de en özlediğim tezahuratı duydum bugün. Ne bağırırdık "I love you Hagi!" diye... Hala da bağırıyoruz ki daima bağırıcam ben bu adamı, efsaneyi her gördüğümde. Numaralıda kafalar çevrildiğinde kim gelmiş diye bakınca, onun suratını görünce içimi öyle bir mutluluk kapladı ki tarif edilemez..

Büyüksün ve muhteşemsin be Hagi'm daima da öyle kalacaksın!!!

Maçtan sonra Alex'le karşılaştırılmasına bence kendine yakışan cevabı verip gereken yerlere kapağı yollamıştır:
"Beni mi Alex'le kıyaslıyorlar yoksa Alex'i mi benimle kıyaslıyorlar?"
Çok ince birgönderme içeren bu laf aslında herşeyi anlatıyor.
Read more
0

Galatasaray 4 - Trabzon 3



Maçın sonucu daha farklı olabilirdi ama yenildiğimiz ve berabere bitecek her türlü sonuç için ne deneceği açıkca belli: Laubaliyetin bedeli...

Maça inanılmaz hızlı başladı Galatasaray, daha 5. dakikada 2 tane gol kaçmış haldeydi ve durmadan saldırmaya hazır bir haldeydi takım. Golün gelmesi de uzun sürmedi sayılır 23. dakika da Sabri'nin evet Sabri'nin ortasında Kewell, the wizard of Oz, düzeltip affetmediği noktadan golünü attı. Sabri'nin asıl olarak Baros'a yaptığı, klasik şekilde hedefini bulmayan ama entresan şekilde auta gitmeyen bu orta arka direkte Kewell'a geldi ve 1-0 öne geçtiğimiz gol oldu.

Golden sonrada sahada Galatasaray hakimiyeti vardı, top çevirip rakibini koşturan, pozisyon vermeyen ve saldıran bir Galatasaray.. Zaten bunun da sonucunda Keita'nın orta şut karışımı topunda Servet topu kaleye yollayınca fark 2'ye çıktı.. Bu golden sonrada oyunun hakimiyetini bırakmadı Galatasaray, Trabzon zaten maçtan kopmuş gibiydi. Saldırdık durmadan, çok gol kaçırdık 4-5 olabilecekken ilk yarı şutun defansa çarpıp rakibin önünde kalması sonucu 2-1 oldu skor ve takımlar bu havayla içeri gitti.




Trabzon bu golden sonra gaza gelecekti elbette ve belki de Galatasaray için de iyi olacaktı bu gol. Ama 2. yarı muhteşem bir laubalilikle başladı Galatasaray.. Bire birde adam geçebilen oyuncuların dışında (Keita, Arda, Kewell ve zaman zaman Baros) çalım sevdasına ve bencil oynamaya diğerleri de katıldı. Ayhan saçma çalımlarla ilerlemeye çalışıp pas vermeyi denemeye sevdasına girdi. Maçın ilk yarısında da aynısını deniyordu ama karşısında dirençli bir Trabzon yok. Halbuki 2-1den sonra çok daha dirençli oynayan rakip karşısında bu laubalilikle ve bencillikle oynamanın cezası çok ağır olurdu ki oluyordu da. Ayhan'ın topuk pası atmaya çalışmasıyla kaybedilen top dönüp Coleman'ın muhteşem şutuyla 2-2 yaptı skoru.

Galatasaray bu dakikadan sonra tam anlamıyla dağıldı, 2-3 pası bir araya getirememeye, saçma sapan hatalar yapmaya başladı belki de Mustafa Sarp'ın hatalı geri pasıyla kaleciyle karşı karşıya kalan Serkan golü atsa maçı 4-3 Galatasaray değil Trabzon alacaktı. Tam 10 dakika süren bu buhrandan takımı Barış'ı oyuna alarak çıkardı Rijkaard.



Yorulan Kewell yerine Barış girince oyuna Galatasaray kendini toparladı ve üstündeki paniği attı. Ortasaha daha dirençlendi 3 tane mücadeleci adamla. Golde bu değişiklikten 3 dakika sonra geldi. Sağdan Keita'nın ortasını Baros bilinçli bir şekilde Arda'ya indirdi, büyük kaptanda tekrar öne geçirdi takımını. Hazırlanışı çok güzel bir goldü bu. Takım oynamak isteyince neler yapacağını gösterdi bize. Bu gole sevinmemiz tam bitmemişken Barış'ın taçtan aldığı topu çizgiye kadar güzel getirip yaptığı ortayı Baros tam zamanında olması gerektiği yerde olarak tamamladı ve fark tekrar 2ye çıktı.

Bu golden sonra maç gene koptu sandı Galatasaray, yavaş yavaş laubaliliğe tekrar başladı, bu sefer taraftarı da arkasına alarak. 75.dakikada Trabzon maçlarının klasikleşen tezahuratı horon tepme eşliğiyle Trabzon'a koymanın ne güzel olduğunu belirtmeye başlamıştı bile taraftarlar. Herkes maçı aldık havasına çok çabuk girdi. Laubalilik bu sefer değişik bir şekilde boy gösterdi. Baros 3-2 gidilen bir pozisyonda sağ taraftan yardıran Keita'ya atmak yerine Giray'ı çalımlamaya kalkıp topu kaptırdı mesela. Ama 2-1kenki ciddiyetsizlik yoktu takımda. Ama bir anlık konsantrasyon kaybı takımın ofsayt taktiğinin bozulup Coleman'ın 2. golü olarak döndü bize. Ve bu dakikadan sonra tam bir stres başladı herkeste. Neyseki maç böyle bitti de ezeli rakibimizin puan kaybettiği haftada biz de büyük bir saçmalık yapmadık.

Son olarak bu maçta ve bu sezonda gösterdiği performansla ayrı bir yorumu hakeden biri vardı sahada: Keita insan değilsin!!

Read more
1

Looking For Eric



Film Ekimi'nde en merakla beklediğim, en sabırsızlandığım filmdi "Looking For Eric". Güzel, çok güzel olmasını bekliyordum da muhteşem olacağını tahmin etmiyordum. Futbol delisi Ken Loach çok güzel bir film çekmiş ve gerçekten bir futbol manyağının neler düşüneceğini çok iyi göstermiş.
,
Filmdeki gibi karizmasına hayran olduğunu birini seç deseler bana, ağzımdan çıkacak ismin ne olduğunu düşündüm filmden sonra. Eric Bishop nasılki Eric Cantona, King Eric, (ona göre) Best footballer of the world'u seçti ben de herhalde belki filminde etkisiyle Gheorghe Hagi'yi, Karpatların Maradonası, Commandate, Giga Hagi'yi seçerim dedim. Futbol işte böyle bir şey, kendini kaptırınca örnek aldığın, karizmasına hayran olduğun isimlerde bu lanet sporun içinden çıkıyor, filmdeki gibi ne Gandhi, ne Mendala ne de Frank Sinatra, kendimi Eric Bishop'un seçimine yakın görüyorum ben..

King Eric'in oynadığı filmin ya macera ya komedi ya da ikisinin karışımı birşey olmasını beklerdim ki yanılmadım bu konuda ikisinin karışımı bir film vardı sahnede. Özellikle Köftehor'un herşey için kitap getirmesi, getirmesinden de öte getirdiklerini okumuş olması apayrı bir olaydı, Psyco kitabını getirdiği an gülmekten ölecektim ben..

Belki film festivali seyircisinin hepsinin futbol meraklısı olmamasından güme giden bir kaç laf da vardı filmde. Aklımda en çok kalanı hayatla hep mücadele etmesini söylerken Cantona birkaç benzetmeden sonra "Rakibin sol ayağı güçlüyse her zaman sağından geçeceksin" dedi o zamana kadar ciddi giden benzer benzetmeler içinde kalan bu futbola endeksli benzetme tam yerindeydi ama biraz komik geldi bana hayatı futbola odaklamak açısından, herhalde benimle birlikte gülen az kişi vardır sinemada...

Unutamadığın futbol anı sahnesi bize asıl hayat derslerinden birini verdi, Eric Bishop Cantona'nın attığı golleri sayarken ve ben de unutamadığı anın bir gol olduğunu umarken Cantona ters köşeye yatırdı. Irwin'e verdiği bir gol pasının unutamadığı anı olduğunu ve bunun neden böyle olduğunu anlatırken hayatımızda arkadaşlarımızın, dostlarımızın ne kadar önemli olduğunu ve onlara güvenmemiz gerektiğini bize çok güzel anlattı.

Kısacası son zamanlarda izlediğim en güzel film, sinemalarda gösterime girmesini umut ediyorum artık böylece bir daha belki birkaç kere daha giderim.. DVDsi çıkar çıkmaz alırım.. Hayatta ne olursa olsun pes etmemek gerektiğini Eric Cantona'nın anlatımıyla bulamayız çünkü.

King Eric'e selamlar olsun... Bishop'u çalıştırdığın gibi bana da spor yaptırsan diyorum Florya Atatürk Orman Çiftliği'ne gideriz beraber ? Ya da ben kendi kahramanım Hagi'yle gideyim en iyisi.. Aha kendisi de buradaymış..
Read more
0

Ölünce sevemezsem seni....

Read more
0

Gene mucize beklemek....


Bu akşam Milli takımın Dünya Kupası'na gitme hayallerinin suya düştüğü akşam olacak. Hep bir mucize bekliyoruz ama bu sefer olmayacak... Bosna Hersek bu kadrosuyla Estonya'yı dağıtıp Dünya Kupasına gider bu akşam zaten onlar yenmese bile biz Belçika'yı hayatta yenemeyiz. Fatih Terim'in de milli takım başındaki 2. seferinin son maçı olur bu...

Çok mu karamsarım??
Read more
0

Looking For Eric

Film Ekimi'nin büyük ölçüde erkekler hitap eden tek filmi... Çok güzele benziyor, sadece 17 Ekim'de Emek'te oynayacak.. Kaçmaz...

"I'm not man... I'm Cantona!"

Read more
0

HINÇ-AL



Çok değerli spor yazarımız HINÇ-AL uluç o derin futbol bilgisiyle GO HOME RIJKAARD diyip kendisini korkaklıkla nitelendirmiş...

Özellike şu cümlesi şaka gibi: Sen nasıl Hocasın Rijkaard?.. Bak "Sen nasıl Büyük Hocasın" bile demiyorum.. "Sen nasıl hocasın?.."

Ben aynı soruyu kendisine soruyorum: Sen nasıl bir adamsın HıncalĞ? .. Bak " Sen nasıl gazetecisin, spor yazarısın" bile demiyorum.. "Sen nasıl bir adamsın?.."
Read more
0

Çalışırken göz yaşartıcı bomba yemek...




Eğer İstanbul'da Taksim'de çalışıyorsan bu son derece normal, camın açık ofiste otururken dışardaki kargaşada tüm sokağın barlar, cafelerle dolu olsa bile göz yaşartıcı bomba atılır, camı kapayana kadar etkilenirsin ve gözünün kızarıklığı 2-3 saat geçmez. Teşekkürler bana bunu tattırdığınız için...
Read more
0

Orada olmak istiyorum #1

Pao taraftarının muhteşem "Horto Magiko" tezahuratı, orada olmak istiyorum....

Read more
0

Martin Palermo

Bir maçta 3 tane penaltı kaçırarak tarihe geçmiş oyunculardan biridir. Entresan bir stili var. Dünde neredeysen yarı sahadan kafayla gol atmış. Kale arkasındaki seyircilere dikkat...

Read more
0

Ankaragücü 3 - Galatasaray 0

Blogun ilk yazısının Galatasaray'ın mağlup olduğu bir maç hakkında olacak olması biraz garip geliyor insana...



Dünkü maç Galatasaray'ın bu sene gerçekten iyi olmadığı tek maçtı denebilir. Bol pas yaptılar gene ama sonuçsuz.. Arda son zamanlarda nereden geldiği belli olmayan bir egoistlik içinde oynuyor, pas verip kaptırmayı geçtim pas vermeyi düşünmüyor bile. Strum Graz maçında herkesin yerin dibine soktuğu ama bence çok koşan, mücadele eden ve golün asistini yapan Elano'da etkisiz kalınca son pasları atacak adam kalmadı ileriye.

Buna rağmen Galatasaray çok gol kaçırdı. Baros ve Nonda ikisi de aynı yerden aynı müsait pozisyonda topu auta yollama başarısını gösterdiler, ikisinden biri gününde olsaydı o pozisyonlar gol olurdu. Toptan yana şansımızda yoktu dün.



Hakeme değinmek gerekirse bu sene Galatasaray'ın maçını yöneten bir tane düzgün hakem gelmedi, dünkü hakemde bunlardan biriydi. Nonda'nın penaltısını vermedi deniyor ama benim aklımda kalan en önemli pozisyon Aydın'a çift dalındığı pozisyona devam demesiydi, çocuk yerde kaldı kalkamadı. Faulun yanında en azından sarı kart olan bir pozisyonda devam kararı çok komik oldu, bu pozisyon EPL'de olsa mücadelenin son derece sert geçtiği bu ligde bu tip hareketlere karşı hakemler son derece sert olduğundan kırmızı kart görebilirdi rakip oyuncu.

Sabri'nin yerine oynayan Uğur bana tabii ki Sabri'den daha fazla güven verdi. Gereksiz yere şut çekmeyen, orta yapmayan bir sağ bek izledik maç boyunca. Galatasaray'ın girdiği en tehlikeli pozisyonda Uğur-Aydın işbirliği vardı ve Uğur'un çektiği şut direkten söndü. Sabri olsaydı o pozisyona girebilir miydi bilmiyorum çünkü o çoktan daha uzaktan şut çekmiş olurdu.



Takımdaki herkesin yıldız olduğunu sanıp paslaşmayı unutması bu mağlubiyetin en büyük etkenlerinden biridir. Servet'in bile sağdan atıp soldan geçmeye çalıştığı başka bir maç yoktur herhalde. Bu bize ders olur herhalde. Rijkaard'ın futbol anlayışının temel noktası olan paslaşmaya ihanet eden takım cezasını çok büyük bir şekilde aldı dün. Artık takımdaki herkesin kafasına vura vura gösterir Rijkaard top insandan her zaman hızlı olduğunu.

Bunun yanında Ankaragücü ise tam bir takım kimliğindeydi, sahaya bizle berabera kalmak için değil yenmeye çıkmış bir takım görüntüsündeydi ama bunu 80. dakikaya kadar dinç kalarak gösterdi. Bunda bizimkilerin pas futboluna ihanetininde payı büyük. Bunun yanında Ankaragücü'nün belki de tek yıldız denecek adamı Ceyhun Eriş ise neredeyse hiç egoistlik yapmadan ama bazen fanteziye kaçacak şekilde paslı oynadı. Halbuki bizim bildiğimiz Ceyhun gördüğü yerden şut çekerdi baya büyük bir değişim vardı onda. Bu arada Darius Vassell'e ne oldu?



Maçın skorunun bu derece farklı olmasının tek bir açıklaması var o da Rijkaard'in dediği gibi takımın konsantrasyonun golü yedikten sonra dağılması. Yediğimiz 3. golde bu ayan beyan ortaya çıkıyor.

Herşeye rağmen her türlü sonuçtan ders çıkartacak bir teknik heyetimiz olduğu için çok şanslıyız. Trabzon maçında dersini almış bir takım izleriz herhalde.

Son olarak Mehmet Topal ve Arda bir an önce kendine gelmeli!!!
Read more